29 Nisan 2008 Salı

Bunlar güzel şeyler


Nedir onlar? Efendim, yaratıcı insanı severim, sayarım, kıskanırım, tebrik ederim, samimiyetimize dayanarak el ense çekerim. Yine bir enformasyon, bir link alışverişi yapma isteğiyle nacizane yazımı sizle buradan paylaşmayı, kendime en güzel bir görev bildim ey okur. Misal, stop-motion denen tekniği duymuşsunuzdur (duymadıysanız kısaca; objelere ufak hareketler vererek, kare kare fotoğraflayarak, bir bütün video oluşturma tekniği diyebilirim), işte bu yöntemle bakın ne yapmış bir animasyoncu, bi bahiiim. Sonracığıma, yine sanattan devam edelim, dünyayı dolaşan bir kitap hayal edin, yola bomboş çıkıyor ve geri geldiğinde içinde içinde 4 farklı sanatçının işlerini barındırıyor, 36 ay süren bu yolculuğun detayları, tam burada. Az sonra bu satırın devamında göreceğiniz Scott Wade adlı kişi ise, bildiğiniz deli efendim deli, tırlak yani, normal değil, ı ıh, olmaz öyle şey, bi bak şuna ya, ahah, bak bak. Panorama nedir? Panorama insanın kendine yakışan pencereden dünyaya bakmasıdır, yanlış mıyım? Yani şudur, 360 dereceye kadar etrafın görüntüsünün tek bir karede toplanması, efendime söyliyim, tek bir fotoğrafta sağı solu, altı üstü her bir yeri görmemizi sağlayan bir tekniktir efendim. O zaman buyrun Holivudun meşhur kırmızı halısı, ver elini Rio karnavalının bıngıldak dansçıları, tık.
Valla bu sefer az laf çok iş sözünden hareketle bu birbirinden güzel adresleri, parmaklarınızın altına serer kaçarım. Yok yok ne demek, ben teşekkür ederim!

27 Nisan 2008 Pazar

Kendimi paylaşıma açtım, almaz mısın?


Sevgili günlük...Yok artık...Hehey, sevgili okur, siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım. Kaldı ki yazarken de çok yakınınızda değildim, o yüzden sıkmayın canınızı. Size yapacak bir sürü iş çıkarmaya karar verdim, bir sürü yerli yersiz öneride bulunmayı kendime bir borç bildim. Hazırsanız başlıyorum. Yazla ilgili çok nefis, daha konuşurken bile kendinizden geçiren planlar yapın. Oralara gidin, şunları şunları yapın kafanızda, kim kim nereye gideceğinizi planlayın, incik cincik her detayı getirin aklınıza, hatta o anda kafanıza gelen bir şey yüzünden sümbül gibi olun, yamuk bir tebessüm otursunuz suratınıza. Sonra o planladığınız şeylerin çoğunu yapamayın. Boşverin, zaten gelecekteki planlarınızla ilgili en güzel ve heyecanlı kısımın onların hayalini kurduğunuz ve arkadaşlarınıza anlatırken mutlu kuzucuklar gibi sırıttığınız o anlar, sanki. Havalar ısınmaya başladı (şu son iki gündür yağmur tengrisinin suratımıza tükürmesi gibi yağan su zerrelerini saymazsak), neyse işte çoğunuzun çok sevdiği ice tea, halk arasındaki adı(?) ile buzlu çayı kendi kendinize yapmayı öğrenin; öğreneyim. Sonra şimdi evdeyseniz ve İndie müzik türünde hoşlanıyorsanız Arid adlı grubun, You are adlı parçaya, neşe içindeyseniz kıpırdak bir şeyler arıyorsanız, Alphabeat'ten, Fascination'a, tam tabiriyle 'smooth' bir şeyler arayışındaysanız, Yoav - Club thing'e, aa ben bunu bir yerden biliyorum demek istiyorsanız, The Music - Take the long road and walk it'e, ya da Gary Jules - Mad world'e, hemen akabinde hareketli bir kapanış için Tokyo Polis Club'ın, Your english is good bir kulak gezdirin. Hala yemediyseniz sarımsaklı mayonezi deneyin. Yaz geliyor diye paniğe kapılın ve göbeğinize bakın daha da paniğe kapılın, erkek, kız fark etmez, yapın bunu. 10 parmak klavye kullanmayı öğrenin, ama hiçbir zaman onunu birden klavyenin tuşlarına bastırmayın, saf mısınız? Yengeç gibi yan yan yürüyün bir aralık. Birinin arkasından konuşun. Benim değil hepinizin adresi kayıtlı, kulağıma gelirse derinize çimcik atarım, acır. Hadi ben kaçtım, si yu.

24 Nisan 2008 Perşembe

Yazarımız sıyırır ve olaylar gelişir...


"Ne sıyırıyor böyle alenen acaba?" şeklinde düşünceleri kafanızdan atmanızı ister vaziyette sizi alçak ve sevecen bir sesle teskin ederim, hemen arkasından ensenize bir şaplak çakarım. Ne de olsa sıyıran benim burda, blog da benim istediğimi yaparım ben. Evet, sıyırdım, sapıttım, elim, ayağım, sırtım, belim, şakaklarım, topuklarım, diri vücudumun tüm eklem ve uzuvlarıyla kendimi müziğe verdim okurum. İnsalığım elden gitti, gecenin 04.00 gibi saatlerinde, kapanmak için çabalayan, vücuttan ayrılmaya çalışan gözlerime, iki büklüm olmuş sırtıma rağmen durmadan durmadan yeni şarkıların peşine düştüm. Ama ben sizi uyarmamış mıydım, tee ilk yazılarımdan birisinde müzikolik bir insan olduğumu söylemiştim, yapmıştım bunu. Last.fm'e giriyorum, smiliarlara bakıyorum, neybırlarımı geziyorum, müzik bloglarına dalıyorum, dönüyorum limewire'ı açıp türlere göre rastgele sörç eyliyorum, gnoosic'e girip durmadan, tıklaya tıklaya müzik grupları isimleri elde ediyorum, yetmiyor eşin dostun messengerlarında çalan o an ki parçaları takip edip, "bu ne ki bu, güzel mi, yollsana bunu bana len?" gibi aklı-zihni kaybedercesine başkalarının ekmeğine de göz dikiyorum. Dönüyorum bulduğum bir dolu müzik sitelerine girip (misal boomkat, imeem), başka ismi, cismi duyulmamış grupları arıyorum, dinliyorum. Radyo Eksen'in listesini karıştırıyorum, hatta daha popcan siteler olan, Billboard ve Mtv'nin bile listelerine bakıyorum. Delirdim delirdim, daha birini çekip dinlerken, öbür yandan limewire'a last fm'den az önce videosunu izlediğim grubun ismini yazıyorum ama searche basmadan önce, msnden gelen şarkının inmesini bekliyorum ve aynı anda diğer müzik sitesi neden bu kadar yavaş açılıyor diye kızıyorum ben! Yaklaşmayın ya, ya da yaklaşın böyle, fiti fiti gelin, "abi bi şarkı var süpermiş yollim mi :))) ?" deyin, yapın priminizi, nazarımda o an için en süper insan olun, gözüme sevimli gözükün. Sonra kaybolun ortalıktan, gidip benim bilmediğim süper müzikleri araştırın yaa! N'olursunuz be, biliyorum hala dinlemediğim o kadar çok güzel parça var ki nolur verin isimlerini tek tek, fırat gibi oldu suratım sana yemin olsun ühühüm. bitti ki.

22 Nisan 2008 Salı

Dostlar alışverişte görsün


Daha dün annemizin süveterinde coşarken, birden tshirtlü olduk, çayırı çimeni doldurduk, ablak olduk hepimiz, kahrolsun okulumuz! E tabi benim amacım size şarkı söylemek ya da en sevilen dörtlüklerden bir kuple yazmak değil. Burdayım çünkü sizlere böyle alamayın, Türkiye'de bulamayın da içinize otursun tadında tshirt alışveriş siteleri vermek istiyorum. Evet arsız, pis bir insanım. T-shirt nedir; kolları çıplak bırakıp, örttüğü geri kalan kısımda güldürürken düşündürmeye, bakarken hapşırtmaya, okurken şaşırtmaya, başkasında görünce kıskandırmaya, kasada "bi tşört 40 ytl olur muymuş canım?!!" nidaları attırmaya yarayan, bir üst kaplamasıdır. Mesela; tshirt ya da t-shirt veya tşört kelimelerine tıklayınca göreceğiniz, benim gibi dolabında 150 tshirt olsa, yine az yine az diyecek insanlar için çıldır olmanızı sağlayacak şeylerdir. Bir sürü tshirt görün canınız çeksin, hiç birini de alamayın, hevesiniz kursağınızda kalsın, üstüne soğuk su için, buzlu buzlu, oh mis. Bu arada oldu ya o sitelerden sipariş verip kargoyla getirtirseniz adinin de bayağısı, düşüğün de aşşağısı bir insan olduğunuzu ifade etmekten bir saniye olsun kaçınmam. Önce ben gördüm bee!! fırk.

20 Nisan 2008 Pazar

Buzlu ve limonlu kurbağa yavrusu yaz sıcağında ne iyi gider!


Hepimizin midesinde yer eden(of ne güzel genelledim lan) Koka Kola Çin’de öyle bir çuvallamış ki düzeltmek için akla karayı seçmişler. Dil dile değmeden dil öğrenilmez diyorlardı da inanmaz idim. Çin’de Coca-Cola adı ilk olarak Ke-Kou-Ke-La olarak çevrilmiş. Harbi tam düz mantık yürütebileceğiniz bir pazardasınız; milyar tane insanın yaşadığı bu ülkede "herkese bi şişe satsak köşeyiz lan!” diye düşünülebilecek bu alanda, Coke’un yöneticileri ilk satış rakamları geldiğinde şoka girmişler. Tahminlerin çok altındaki satış rakamlarını görüp "Biz nerde hata yaptık?" diye düşünmeye başlamışlar. "Cola’nın olmadığı yerde demokrasi yoktur!" denecek kadar dünya markası bir ürün nasıl satılamaz? Bu soruyu cevabını bulmak üzere bir masanın etrafında toplanmışlar. Reklam için binlerce tabela hazırlanmış ve dört bir yana asılmış. Ancak sonra Coke şirketi bu kelime serisinin, yani “Ke-Kou-Ke-La” nın lehçeye bağlı olarak “Balmumu kurbağa yavrusu dişleyin!” ya da bir diğer bölgesel lehçe de “balmumuyla doldurulmuş at” anlamına geldiğini ancak fark etmiş. AHAHAAHHAA! İşte öyle zırtlarsınız. Ehem neyse, sonrasında zarardan kurtulmak için oturup çalışmaya başlamışlar. Sonunda tam 40 bin Çin harfini araştırıp yakın bir “fonetik” eşdeğer bulmuşlar. O da; "Ko-Ku Ko-Le" yani yaklaşık olarak "Ağızdaki mutluluk" anlamına gelmiş. Balmumundan kurbağa yavrusunu dişledikten sonra ağızlardaki o enfes tadı merak ederim ben.

19 Nisan 2008 Cumartesi

Dur! Tahmin ediyim...


Nostradamus'tan günümüze tarihte, tahmin etme, geleceğe dair akıl yürütme, farklı biçimlerde her zaman insanların ilgisini çeken bir konu, misal ben şimdi acaba tarihi süreçte göbeğin pamukçuklanmasının nasıl bir yol izlediğine dair fikir yürütüyorum. Acaba Beyaz Show'da kız-erkek ayırmadan, herkesi kendine hayran bırakan Josh Holloway nam-ı diğer Sawyer gibi bir adamın bile göbeğinde panbuklar oluyor mudur. Neyse konudan sapmayalım, tahmin etmek acayip bir istek, ihtiyaç. Tabi bir çok yönüyle kehanet ve hayalcilik gibi başka türlü gelecek öngörülerinden ayrılıyor. Bir kere nedir, tahmin dediğin daha çok akıl ile olasılık hesabının, az buçuk hayal gücüyle kafada çorba gibi karışıp ortaya medyum memişten hallice bir fikir koymanız olayıdır. Mesela en kaliteli ve güvenilir olanlarını uzmanlar yapar, petrol fiyatı artacak der çıkıp mesela, ya da 4. ayakta Gülen Ponçik toprak zeminde rakiplerine fark atar der, Manchester'a mutlak galibiyet lazım o yüzden atak futbol oynıycaktır diye, kendi ibibik aklınızla fikir yürütmektir. Ama her zaman işler bu kadar akıl çerçevesinde yürümüyor, bugün bir yerde okudum mesela, Sternomancy diye bir şey varmış 18. yy'dan bu yana, bildiğin kadın göğsüne bakarak tahmin yapıyormuş bazı zındıklar. Efendim, dik göğüslü kadınlar güçlü bir beyne sahip, elma göğüslüler frijit, üçgen göğüslüler tahrik edici insanlar, patlıcan gibi göğsü olanlar yaşama sevinciyle doluymuş (yemişim yer çekimini diyerek kırlara salıyorlar sanırım kendilerini heidi gibi yavrucaklar, vah ulan). Ve son olarak gözlerim okuduğum son meme yorumuyla birlikte, o kollu kumar makinaları gibi döndü, alnım kırıştı, zira şu satırları gördüm; "Silikon göğüslü kadınlar romantik yolculuklar için idealmiş..." İDEALMİŞ! İdealmiş. idealmiş..Bütün silikonlu dişi arşivim blop blop ederk geçti gözümün önünden...Sevda Demirel, Pamela Anderson, Hande Ataizi, Jenna Jameson, Bülent Ersoy!.. Öyle bir romantizmi gördüğüm an çevrimdışı olabilirim gibi geliyor.
Neyse işte esas ben size bazı tahmin sitelerinden falan bahsedecektim yahu, memenin kendi ekseni etrafında dönmesini tamamlamasını izlerken olayda bir kayma yaşandı. Bu vereceğim sitelerde, Lost'un gelecek bölümünde kaç kişinin öleceğinden, Amerikalıların Irak'taki askerlerini ne zaman geri çekeceğine kadar bir dolu konuda, hatta bazılarında üstüne bahis de oynanabiliyor. Alın işte aklınızı böyle kuntik şeylere yormak için; biri, öbürü. Saolun, varolun.

17 Nisan 2008 Perşembe

Alt alta, alt alta yazıcam


Kafam kocaman oldu seyirci. Bildiğin böyle şişti, 22.00'ları gösteren saatlerden beri ne yazacağımı netleştirmeye çalıştım, açtım boş sayfayı bakıyorum metrelerce, kız olsanız bu kadar bakmam öyle diyim. Size bilgi şoku yaşatmaya karar verdim bende, toplayamadım kafamı bir türlü dedim "ya bırak ne kasıyorsun, yaz alt alta allasen...", aynen böyle yazıcam son birkaç gündür aklıma takılan ne varsa, nasılsa bedava.
Mesela şimdi bunu evde denemeyin diye bir klişe vardır, çok acayip bir video izledim bugün, hani Ellen Degeneres diye bir hatun kişisi var bir tv programı yapıyor, hatta e2'de de veriyorlar, neyse bu kadının programına çok acayip bir adam çıktı az sonra linkini de vericem hatta, adam resmen bir sıvı şeyin üzerinde yürüyebileceğimizi gösteriyor acayip bir olay, ama linki taa en altta vericem uyuzluğuna, sonra yazıyı okumadan tıklayıp gidersiniz nankör kediler, pışık.
Sonra bir de şey var, bu Avea şirketi neden benden vergi mi, her neyse artık peşin peşin almıyor da, ilk kontör yüklemede 50 tanesi benim olacak diyor ya, peşin peşin alsana arkadaş ücretini, bugs bunny misin baştan şirin gözüküyorsun, sonra havucumu alıyorsun...altın gibi kalbim var bir şey de diyemiyorum yüzlerine.
Bu ülkede hala kaset satışı olayına çok acayip kafa yorup, çok acayip derecede içinden çıkamayan insanlar var bir de. Bu geçen gün MÜYAP 100 bin satış yaptı diye ödül dağıtıyordu, hani bu satışların 1 milyon civarlarından küçüle küçüle bugünlere geldiğine şahidim fakat takıldığım nokta o değil. Daha geçen haftalarda yanılmıyorsam Hiç bunları kendine dert etmeye değer mi'de işte albümler neden satmıyor diye koca koca adamlar kafa patlatıyordu. Böyle albüm yapımcıları, şarkıcılar falan, işin içinden adamlar yani. Hayır neyi tartışıyorsunuz ve bu devirde bir çözüm, çıkar yol bulacağınıza nasıl inanıyorsunuz yahu? Yok korsan satışmışta, yok ekonomik problemlermişte...Aloo arkadaşlar, aramızda internetten müzik indirmeyi bilmeyen var mııı? Yok mu...E yok tabi, artık albüm satışı dünyada gerçekten dinlediği sanatçıya değer veren, emeğine saygı duyan, ayrıca albümleri almayı, koleksiyonunu yapmayı seven insanlar ve audiophileler tarafından alınıyor. Dünyanın geri kalan kısmı, özellikle bizim gibi gençlerin de içinde bulunduğu yüksek sayıda insan netten indiriyor şarkıları bilindiği üzere. Ya legal, ya da illegal olarak bir şekilde ediniyorlar. Artık gavurlar, yani Avrupa kıtası ve Amerikanya kaset satışlarının nasıl eskisine döneceğini düşünmeyi keseli yıllar oldu, $0.99 ibareli mp3lere tıklıyorsun çekiyorsun ediniyorsun şarkıları, atıyorsun mp3 çalarına ver elini Ağrı dağının eteği ver elini evreşe yolları. Türkiye'de de ttnet yapıyor bu işi, gerçi bir kere ttnetin kendisi sevimsiz, ismini bile küçük harfle yazıyorum o derece, kim ordan gidip alıyordur bilmem. Yani demem o ki, Mahsun, İbo, Özcan, Alişan, lafım size, aşın bunları ya, ne cdsi, ne kasedi alooo? Cdyi takacak alet mi kaldı ya, yabancı bir grup alacak olsam 30 ytl vercem bir cd'ye, ee sonra, takacak yer yok. Mp3 hacı mp3, bas 320kps mp3leri, yap yerli dev bir arşiv, uygun fiyat, ko satışların g.tüne ya. Hala 100 bine silver, 200 bin satışa platinum ödül verecem diye komik olmayalım. Devir değişti, çelik değişti, ne duruyorsun helva yapsana...
Okudunuz mu bugün gazeteyi? Sonunda MNG'ye turizime katkılarından dolayı devletimiz ödül vermiş. Hani şu tonlarca molozdur, topraktır, ıvır zıvırla denizi kaçak olarak dolduran, cezası neyse veririz deyip, 21.500 ytl'yi bastıran şu harbi delikanlılar. Heh işte kaçak olarak inşaat yapan firmaya, ödül vermiş devletimiz, Aziz Nesin bile inanmazdı sanırım buna.
Şey yapayım bir de, 3-5 tane şarkı falan yazayım, belki legal veya illegal olarak çeker dinlersiniz, kulağınıza bir faydam dokunur; Hellogoodbye - Shimmy shimmy quarter turn, OneRepublic - Someone to save you, Utah Saints - Something good(Van She edit), Ellioth Smith - Waltz 2.
Gelelim en baştaki konuya, işte katı olmayan bir sıvının(?tanıma baksana allasen?) üstünde yürüme videosu, dık.

gözümsünüz, bay.

15 Nisan 2008 Salı

Ne oluyor, ne bitiyor kuzum?



BİRİSİ News, 02.08 haberleriyle karşınızdayız, şimdi haberler;

Efendim 13 yaşındaki bir Alman genci NASA'nın bundan 21 sene sonra 2029, 3 gün önce 13 Nisan, yani 13 Nisan 2029 zamanı, dünyanın yakınından geçecek bir Aphosis adlı bir asteroidin kafamıza düşme olasılığına dair yaptığı hesabı düzeltmiş. Olsalığa göre 450 de 1 ihtimalle düşeceği söylenen asteroid ile ilgili hesap hatasını yapan NASA'dakiler de efendi gibi yediği haltı kabul etmiş, pardon demiş, eşekler çoğalmış.

Jefferson Airplane grubunun üyesi Moby Grape, akciğer kanserinden ölmüş, öldüğünde tarih 16 Nisan 1999'muş.

Radyo Eksen'de ve NTV'de sık sık görüp, duyduğunuz Devotchka'nın gelmesine bir gün kalmış. Zaten konseri perşembe yapmışlar ki ben gidemeyip, kursağımda biriktireymişim, laflar hazırlayaymışım.

Guetemala'da M.Ö 300'lü yıllara ait bir Maya tapınağı bulunmuş, içerisinde bir mayalı ile karşılaşmak nasip olmamış.

Eski Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince tutuklanmış efendim, yıl 1982 itibariyle.

İngiliz medyasında yapılan bir araştırmaya göre, Müslümanlarla ilgili yazılı basında çıkan haberlerin %91'inin negatif içerikli olduğu ortaya konmuş tee 2007'nin 14 Kasım'ında.

Türkiye'de en çok kullanılan isimler sırasıyla Mehmet, Ali, Mustafa, Ahmet, Murat, Hakan, Hasan, İbrahim, Hüseyin, Osman olurken Top 10'e hiçbir kız ismi girememiş efendim. Bendenizin ismi ise 211. sıradan listeye girerek sevenlerimi şaşkınlığa sürüklemiş, sükut u hayale uğratmış, yerle yeksan olmuş insanlar.

Verilen haberlerin büyük kısmı güncelliğini uzun zaman önce yitirmiş, buna rağmen BİRİSİ News özgüvenle sunmuş, iyi geceler törki.

14 Nisan 2008 Pazartesi

Bu dünyalılar acayip insanlar


Marslıları az biraz bilirim, Venüslülerle pek irtibat halinde değilim, Plutonlulara sempatim var ama bu Dünyalılar harbi acayip insanlar. Ne bulsalar yiyorlar sana yemin sana söz ya, bir de yemeden önce, yerken ve yedikten sonra acayip acayip adetler geliştirmişler, bizim oralar hiç öyle değil misal. Şimdi bu adem ve havvaların yemeklerle ilgili acayip alışkanlıklarından biraz örnek vereyim size de görün neler oluyor hayatta şübab babbaaaa...

  • Her kim ki Çin'de tabağındaki her şeyi bitirirse bu kaba bir hareketmiş, ben doymadım bana daha da verin, beni besiye çekin demekmiş efendim.
  • Fransa'da bir aşçıya ketçap var mı diye sorarsan, kafana kepçeyi yermişsin. E adam haklı sen garson dururken koca şefi mutfağından çıkarırsan gömçürtür ağzına ağzına, eline sağlık şef!
  • Kanada'da insanlar bir yemeği çok beğendiğini belli etmek için geğirirlermiş, vuruveririm elimin içiylen ağzına bak.
  • Polonyalıların bir batıl inancına göre, bir balığın tamamını yerseniz bir balıkçının teknesinin alabora olurmuş.
  • Bu tepsi gözlü japonlar ağızlarını şapırdatarak yemek yemeyi "hocum eline sağluk çokh güzeğl olmuşş" demeye getirirmiş, iyi hoş bare ağzın doluyken konuşma hay definişın ninja.

    Bir de şeyi okudum gazetede Can Dündar, Yiğit Özgür'ün karikatürlerini kast ederek, "gençlerin deyimiyle kafadan koparıyor" demiş. Ben ilk ve en son kafadan koparmak esprisini yapanın aynı insan, Yıldo olduğu ve o zaman dahi genç olmadığı, olamayacağı konusunda ısrarcıyımdır.

11 Nisan 2008 Cuma

Ustura, teşekkürler böbi.


Yorum yaparsam en adiyim, fotoğrafa bakın istedim sadece.

10 Nisan 2008 Perşembe

Biraz da sanat



15. yy'da tahtadan oyma ile yapılan ilk illustrasyon, 16. ve 17. yüzyıllarda oyma, kakma, 18. yüz yıllarda taş baskı gibi tekniklerden sonra, 19 yüzyılda özellikle romancılığın gelişmesi ile büyük bir hızlanma ve popülerlik kazandı. 1860'larda patlama yaptı, 1950 ve sonrasında bizlere Andy Warhol, Roy Lichtenstein gibi pop kültür ikonları katarak yoluna devam etti. Etti peki tam tanımı nedir illustrasyonun, o da yaklaşık olarak şöyle bir şeye tekabül ediyor; şekilden ziyade nesneye dikkat çeken bir çizim, resim, fotoğraf veya herhangi bir sanat eseridir. Amacı, sanattan ziyade, bir konuyu anlatmaya yardımcı olmaktır. Evet böyle takdim etmiş wiki bize bu sanat dalını. Bu alanda da acayip meşhur bir takım insanlara değdirmek istiyorum, mouseumu. Alanın önemli isimlerinden birisi Wall Street Journal'ın en bilinen çizeri Kevin Sprouls. Bugüne kadar Mercedes-Benz, Apple, British Airways, Newsweek gibi sayısız kurum için illustrasyonlar hazırlamış. Yazıda yer alan tasarımcıların yaptığı çalışmaları görmek için, soyadına bir tık ile hamle yapıp benim yazdıklarımdan fazlasını görebilirsiniz.
Bahsetmek istediğim bir diğer sanatçı ise Trevor Jackson, (firefox ile çalışmaz ise IE ile deneyin, naz yapıyor yer yer) Sprouls'a görece daha 'underground' tarzda işler yaptığını söyleyebilirim fakat, bunun sebebi çizim, duruş ve çalıştığı kişilerden kaynaklanıyor, zira eminim bu sanat dalını takip eden pek çok kişinin gözleri bu şahsı bir yerden ısırıyordur. Bir 80'ler hastası, bu utangaç(mış) adam esasında bir işte iyi olmakla yetinmeyip, bir eli sazda öteki eli hicazda yetişmiş bestecilikten, djliğe çok yönlü bir kişilik. Minimalist çizginin bu önemli ismi aralarında Soulwax, Four Tet, Fridge, Queen Latifah, The Rapture gibi isimlerin bulunduğu müzisyenlerin albüm kapaklarını tasarlamış.
Son olarak ultra delüx blogumda yer almaya hak kazanan zat ı muhterem, sektöre girdiği 1995 yılından itibaren, yeteneğiyle büyük bir yükselişe geçen Matt Herring. 13 yıl gibi bir süre geçtikten sonra 2008 yılında BBC'nin 75. yıl logosunu tasarlayacak kadar yüksek bir kariyer basamağına gelen(ne yiyip ne içiyorlarsa bu insanlar o kafayı açmak için meraktayım dibine kadar), Herring bununla kalmayıp, Nike, HSBC, Toyota, Mtv, IBM, The Times gibi yüce ikonlarla çalışmış piyasanın aranan isimlerinden olmuş, 9muş 10 olmuş.
Böyle de insanlar var, illustrasyon güzel bir şeydir, havalar ısındı, gönlümde pixeller açtı diyerek sözlerimi burda noktalıyorum, sanmayın ki giriş-gelişme-sonuç gibi bir şekil ile yazımı kapatacağımdır, yok öyle bir şey, "adamlar yapmış abi" diyelim ve dağılalım.

9 Nisan 2008 Çarşamba

Devir pazarlama devri, ilk önce kendinizi...


Klasik bir başlangıca bu satırlarda yer vermek zorunda hissediyorum kendimi, tvdeki reklam, elinizdeki oyuncak, tabağınızdaki yemek, kıçımızdaki kot, o küçük mouse, altındaki otomobil, artık parayla satılan her şey sonuna kadar pazarlama, sonuna kadar reklam, sonuna kadar yaratıcılık, sonuna kadar farklılık kavramlarını zorluyor diyerek. Her şeyin seri tüketildiği, bir anda patladığı, ateş gibi yandığı, tüm iletişim kanallarının aktive edildiği, gözünüze, kulağınıza, mümkünse burnunuza, elinize, dilinize, belinize ulaşılmaya çalışıldığı tam bir satış teknikleri savaşı var ortada. Birilerinin aklında tutunacaksınız, farklı olacaksınız ki piyasada var olan sürüsüne bereket markanın, çenesine kuvvet reklamlarından, her panodaki afişlerinden, görüntülerinden bir adım ötede olabilesiniz. Çarpıcı olmak sadece bugüne özgün bir kural değil elbette, insan denen seçici geçirgen, ilgisini çeken şeyleri takip eder, alır, tüketir. Artık bundan öteye insan da kendini pazarlamak, fark ettirmek, fırın sepetinde mıncıklanan ekmekler arasından seçilen olabilmek için savaşıyor. Nedir bu savaş? Efendim adı; kariyer savaşları, konusu; kendini iyi tanıtma, farkını ortaya koyma, gözleri boyama, şaşırtmaca ile haberlerde gün gün, hafta hafta dönmekte olan işsizler ordusu tamlamasının bir parçası olmaktan kurtulma hareketlerinin bütünü. Bu savaşta topların patladığı, en çetin, kıvrak zeka istiyen cephe ise iş başvurusu ve cv hazırlama bölümü. Artık bir kağıtta yazan satırlardan çok daha fazlasına ihtiyacınız olduğu bir dönemdesiniz, kendinizi bir marka haline getirmek, iş verenleri sizi para verip almaları konusunda etkilemelisiniz. Herkesten farklılaşan özellikleriniz var ancak gönderdiğiniz cv karşıdakileri ikna etmek için yetmiyor. İş verenlerde, işi almak için kapılara dayananlar da durumun farkında ve bu farkındalık sayesinde, bu piyasa şartlarına iyi adepte olan, rakiplerini gören, diğer kuzucukların arasında kara koyun misali duran, gözünüzü, gönlünüzü çelen işlere imza atanlara değinmek istiyorum. Cvler, video cvler, kendisi hakkında bir gazete formatında cv hazırlayanlar, cvsini origami şekline sokup verenler...Ve bir de kendilerine inanılmaz kartlar tasarlayanlar, yazımın sonunda vereceğim linkte pek çok inanılmaz tasarıma imza atan bu insanların, iş başvurularında ya da işleriyle iglili yaptıkları görüşmelerde karşı tarafın dikkat ve ilgisini şiddetle üstlerine çektiklerinden zerre şüphem bulunmamakta, belki size de bir faydası dokunur, bir ilham olursa ne mutlu bana. Kafalar nasıl olursa olsun sizin kafanız hep açık olsun efendim: itina ederek basınız.

Ayranım yok içmeye, ipod'la giderim sıçmaya


Evet sonunda bunu da yaptılar, hiç bir şeyim eksik kalmadı vallahi. Hani gün geçmiyor ki bir ipod yan ürünü daha çıkmasın, çıkıyor, netekim en sonunda bluetooth vasıtası ile çalma ve ses ayarlarını yapabileceğimiz bir bir yüzük çıkarmış Victor Soto adlı bir tasarımcı. Yüzükte iki güne kadar bir pil ömrü mevcutmuş efendim. Vallahi "One ring rule them all" derlerdi de inanmazdım.
Ayrıca hazır konu ipod'dan açılmışken, ağzımın suyunun kızılırmak'a dökülmesine sebebiyet veren, gözümde pıtrak gibi göz yaşı çıkaran ipod skinleriyle sizi baş başa bırakıyorum; pıt.

8 Nisan 2008 Salı

İnanıyorum...

Alman kurt köpekleriyle almanca konuşmak gerektiğine, kişilerin başına milli bir gelir düşmediğine, tüm hesapların yuvarlanabileceğine, kelliğin bulaşıcı olduğuna, kabloların aslında canlı olduğuna, taze kesilmiş çim kokusunun cilde iyi geldiğine, akli olarak dengeli olmadığımıza, mütercim tercümanların edepli insanlar olduğuna, kaldırımların arabalar için olduğuna...inanıyorum.

5 Nisan 2008 Cumartesi

Akşam akşam canını istetmeyin insanın


Efendim sizlere nacizane dikkatimi çeken, "geek" sıfatına layık ürünleri tanıtmak, şaşırtırken apıştırmak isterim. Bu resimde ki saat binary sistemiyle yapılmış efendim, üstteki ışıklar saati(8-4-2-şeklinde), alttakiler dakikayı(32-16-8-4-2-1) gösteriyor, saatin kaç olduğunu merak ettiğiniz vakitten, hesaplayana kadar çoktan saatin değişmiş olması ihtimalini göze almaz isek fevkaladenin fevkinde bir eser. Hemen öbür resimde yer alan alet ise Micro Spy Remote adıyla satışa sunulan ve sizi istenmeyen yerlerde Binbir Gece ne bileyim, Gülben Ergenli gecelerden kurtarabilecek yegane bir buluş, bu süpersonik alet Sony, Panasonic, Samsung, Toshiba, Sanyo, Aiwa, Mitsubishi, Philips, JVC, Sharp ve daha bir sürü marka ile uyum sağlayan bir tv kumandası efendim, insanın güç bende artık diye bağırası geliyor vallahi billahi.

Gençler müzikle doysun


Şimdi kendimden yola çıkarak konuşuyorum, zira kendi blogum bu benim. Bendeniz biraz çöplük gibi kulağı olan bir insanım. Hemen açıklayayım, demem o ki çok pis müzik dinlerim, durmadan dinlerim, bir sürü türü denerim, yetinmem yeni bir şeyler bulayım diye haşır haşır her yeri tırtıklarım, bak abi böyle bir şey buldum der hemen eşin dostun kulağına da çöreklenirim. Bir müzik türünü dinleyip, sevip o müziğe ait bilmediğim ve güzel olan bir grup, bir sanatçı varsa paniğe kapılırım, hemen arkasından öğrendiğim için sevinir, bütün şarkılarını edinirim. Birine bir şeyleri dinletir, yanımdaysa yüz ifadelerini gıdım gıdım incelerim, msndeyse "X ileti yazıyor" ibaresini tetikte beklerim. Beğenmezse üzülürüm ama asla yıkılmam, "du bi du şunu dene bi.." der içimden kesin beğenir bunu canım, kesin diye geçiririm. Vakti zamanında içimde bulunan bu sevda ile bir müzik sitesinde birkaç ay yazmıştım ve bundan yola çıkarak kendimi tutamayıp son zamanlarda kulağıma çarpan bazı şarkıları tavsiye edip, yazımı noktalamak arzusundayım. Aşağıda bulunan liste benim gibi müzik türlerini sevme ve bütünleştirme algısı yüksek bir insan tarafından hazırlandığından türler arasındaki uçurumlara düşüp kafanızı karıştırmayınız.

malzemeler;

bonobo - scuba, the national - apartment story, against me! - trash unreal, across the universe soundtrack, arcade fire - intervention, justice - phantom pt II, howie day - brace yourself, beirut - carousels, sentenced - end of the road (dağıtmayacaktınız ulan grubu!), the fray - little house

böyle uzar gider bu, kulağınıza sağlık.

Rakamlara çok takılmayalım

2 milyon 405 bin kişi işsiz ve bir o kadar güçsüz Türkiye'de, her yıl intihar eden 800 binin üzerinde kişi resmi, 1 milyonun üzerinde resmileşmemiş kaynaklarda, her 5 kişiden birinde sinir hastalığı olduğu Dünya Sağlık Örgütü raporunda, 81 ilimizde toplam 2500'ün üzerinde HIV taşıyıcısı devlet kayıtlarında, bunun katbekat fazlası başka pek çok araştırmada, Vietnam savaşı sırasında ölen sayısı 58 binin üzerinde olduğu Amerikalıların raporunda, ülkemizde ki ekonomik büyümenin oranı %4.6 olarak ekonomi bakanının ağzında, reklamın bir saniyesinin en ucuzunun 500, en pahalısının 2000 YTL olduğu basında, yer almış.

Ama bunlarla canınızı sıkmayın daha neşeli rakamlara göz kırpalım, elleri geniş geniş çırpalım,

Irak Savaşının Amerika Birleşik Devletleri’ne maliyeti, ekonomi uzmanlarınca 3 trilyon dolar,
Türkiye'de pırlanta sahibi olanların oranı %18,
Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan pazarlanan insanların sayısı 2 milyon,
Nesli tükenme seviyesine gelen hayvan türü 794,
Nesli tükenme tehlikesi olmasına karşın korunmayan ve yok olan tür sayısı 800,
İşgal altında olmasına rağmen kendisini kuşatan ABD'ye, Irak'ın borclu olduğu para(?) 100 milyar dolar,
3 çocuk bile yapamayıp, üstüne elindekiyle yetinmesini bilmeyen üstüne kredi çeken memur öğretmenlerin oranı %82,
Türkiye'nin IMF ile son kredi pazarlığı 3.6 milyar dolar,
Microsoft'un patent haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle aldığı ceza, 1.5 milyar dolarmış.

Eh! Şey, neşeli habercilik böyle yapılmıyor galiba, bocaladım ben biraz. Tamam son bir kez deniyorum;

Her bahar geldiğinde gazete eklerindeki rejim ve güzellik haberlerini dikkatle okuyan kadınların oranı %67.8, rejime başlamayı düşünüp sonunu getirebilenlerin oranı %5, bunları kafadan sallamadığıma inananların oranı ise %81'miş.

En güzeli "üç beyazdan" uzak duralım, spor yapalım, dinle siyaseti birbirine karıştırmayalım efendim.



3 Nisan 2008 Perşembe

Beynimle arkadaş olamıyorum


Çok pis bir şey oluyor bazen beynim, misal zırt pırt, hatta durmadan çıkıp bana nasihat veriyor, "yapma lan", "dur la dur!", "e hadi kalk artık", "yıkansana lan pis.." böyle böyle konuşup sinirimi bozuyor, çok biliyorsan git kendin yap artis diyesim geliyor, diyemiyorum da hep haklı çıkıyor eşşoğlusu afedersin. efendim yapım itibariyle uçlarda yaşamayı seven bir insanım, mesela bardağımı böyle elimin sağına koyarım, mausu azıcık hızlı çeksem fiyuu uçuverecek bardak ama ben napıyorum "kontrolsüz güç güç değil lan ehehe" şeklinde o sağ eli kötürüm olana kadar 10 cm yerde oynatıyorum bardakla işim bitene kadar. aynı şekilde 24 saatimin 17 saatinin boş olduğunu biliyorum, ertesi gün ise teknik olarak boş 2-3 saatim var ya, heh işte ben yıkanma işimi o 2 saate bırakıyorum. yetmiyor her otobüs ve minübüsün numarasını görmek için kafamı araç bana çarpıp geçene kadar uzatıyorum, yeter ki gidip gözlük almayayım. bu yanlışların hepsini ise beynim bir bir suratıma çarpıyor, sınavdan yüksek not almam gerektiğinden, fotoğraf makinasının pilinin 3-4 kare çektikten sonra biteceğine kadar her şeyi çözmüş yeminlen. bir şey olmayacak gibi duruyorsa baştan söyluyor, o kadar içme diyor, kalk azıcık yürü uyuştun lan diyor, ben dinlemiyorum. sorumlu ebeveyn gibi kafamı yiyor bütün gün. ne gönülçelenliktir, ne sorumlu gazeteciliktir bu. beğenmiyorsan git başımdan lan.

İlk haberim sen ol istedim Mariah Carey(?)


Ne yalan söyliyim, ben böyle olsun istemedim be. İstedim ki şuraya bir başlık atayım dönen bir daha dönsün, bakan bir daha baksın...fakat ve lakin attığım ilk spot Mariah Carey oldu ey okur, 3 tane şarkısını say desen sayamam, peki bu yaptığım terbiyesizlik nedir, neden Carey ablayı 90-60-90 diye mi ön plana çıkardım? Haşa ve asla, gelin Carey'nin yaptıklarını gün yüzüne çıkarayım da sebebi öğrenin;

Ay yüzlü, salkım gözlü, yanlardan hafif basık ablamız 'Touch My Body' adlı şarkısı ile bir kez daha 1 nomeroya yerleşmiş, pek şahane,
ammavelakin işin pisliği şurda yatıyor; bu son terbiyesizliği ile listelerde 1 numaraya yerleşen 18. şarkısını patlatan Carey, Kral Elvis'in 17 şarkılık rekorunu kırmış ve akabinde The Beatles'ın 20 şarkılık rekorunu ha egale etmiş ha edecekmiş sayın yolcu. Rock N Roll'un tahtını sallayan, eski rekorları hallaç pamuğu gibi atan, pop abla biz rakçıları dırstırmaktadır. Uyuyor musun Mick Jager, nooldu sana Bono, aramaz oldun Bon Jovi, yahu biriniz de çıkıp noluyor diyerek Rock müziğin tacını geri almayacak mı yavrum? Gidişat hiç iyi değil gördüğünüz üzere, yapılanlara kimse dur demediği gibi bir de ablamızın sesi modern müzikte 7, klasik musıkî eserlerinde 5 oktav gücündeymiş, sizi bir okusa bütün nazarlarınız gidermiş efendim.


Hakkımda

misal burada bir isim var bir de soyad, şurda yaşım ve nereli olduğum. bu cümle bitince nerde okuduğumu, bölümümü, kaçıncı sınıf olduğumu yazacağım. sonraki cümle de klasikleşmiş bir tavırla şunları şunları yaparım diye ekleyip, akabinde biraz değişiklik olsun diye görece ayrıksı bir kaç özelliğimi daha ekleyip çok uzatmadan kendimi anlatıcam ki kafanızda bir prototip, bir fikir oluşsun. eğer üniversite öğrencisi ve yabancı-klasik-rock-elektronik bir şeyler dinliyorsam, "ha, bizim kafadan" diyeceksiniz. şimdi bunların hepsini yapmışım gibi bu yazıyı okuyup, kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. zahmet edip okuduğunuz ama bir şey öğrenemediğiniz için özür dilerim.
 

site analysis
EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu